Ben Devrinin Zirvesi
Hayatınızın bir noktasında algılarınızla oynandığını düşündüğünüz
mutlaka olmuştur. Televizyonda ya da çeşitli medya araçlarında birçok
araştırmacı, konuşmacı hatta serbest olarak fikirlerini ifade eden insanlardan
“algı operasyonları” hakkında birçok şey dinlemişsinizdir. Bazılarına “komplo
teorisi, bu kadarı da mümkün değil” gözüyle baksanız da hak verdiğiniz zamanlar
da olmuştur diye düşünüyorum. Aslında algılarımızla oynanıp oynanmadığını
anlamak o kadar da zor değil. Biz sürekli çok karmaşık planlara kurban
gittiğimizi düşünsek de bilimsel temelleri olan ve kanıtlanmış bazı olaylara
baktığımızda bunların aslında çok basit planlar olduğunu görebiliriz.
2002 yapımı olan “Ben Devri (Century of the Self)” belgeselinde 1.
Dünya savaşı sonrası Amerikan toplumunun nasıl “tüketim toplumuna” dönüştüğünü anlatan
bazı dikkat çekici örnekler yer almaktadır. Benim için en çarpıcı olan örnekler
ise Freud’un yeğeni Edward Bernays’in toplumu bilinçdışı olarak tüketime
yönlendirme girişimleriydi. Bunlardan biri; tütün şirketlerinin kadınların
sigara kullanmamasından kaynaklı zarara uğraması ve bu süreci değiştirmek adına
psikolojinin kullanılması amacıyla Bernays’a başvurmalarıdır. Bernays 1920’ler
Amerika’sında kadınların sigara içmesinin toplumsal olarak hoş görülmediğinin
farkındadır. Kariyeri Freud’un psikolojik ilkeleri üzerine gelişen Bernays;
kadınların sigara içmeyi cinsel bir sembol ile birleştirmeleri, erkekler gibi
özgür ve erkekler ile eşit olmak istiyorlarsa sigara tüketiminde tabuları
yıkmaları gerektiği üzerinde bir kampanya başlatır. Aslında kadınlar için büyük
önem taşımayan sigarayı, güçlü duygular besledikleri eşitlik ve özgürlük
kavramlarıyla birleştirerek kadınlarda söz konusu sigara olunca bu duyguları
uyandırmayı hedefler ve başarılı olur. Bu algı operasyonu dönemin
akademisyenleri tarafından değil bizzat Bernays tarafından yapılır ve
insanların reddedemeyeceği “Freudyen Düşünce” temel alınır. Bernays attığı
adımlara Freud’u referans gösterse de Freud bu davranışlardan memnun
olmamıştır.
Bernays bir ürünü satmak için akla değil duygulara oynanması
gerektiğini düşüncesini kendine motto edinmiştir. Örneğin bir arabayı satmak
için “bu arabaya ihtiyacın var” demek insanlar için hiçbir şey ifade etmezken;
“bu arabayı alırsan kendini iyi hissedersin” demenin insanları satın almaya
teşvik edeceğini ortaya atar. Bu yaklaşımlar söz konusu dönemde yayılmış ve
artık politikacılardan, ekonomistlere, reklamcılara ve yatırımcılara kadar
insanların algılarıyla duyguları üzerinden oynama düşüncesi hâkim olur. Basın
yoluyla da bu düşüncelerin yayılması kolaylaştırılmıştır. Tüketim pazarının
kontrolünü elinde tutan kişiler Amerika’yı ihtiyaç toplumundan arzu toplumuna
dönüştürme hedeflerinde emin adımlarla ilerlemiş ve başarılı olmuşlardır.
Söz konusu örneklere baktığımızda, davranışçı kuramların etkilerini
görebiliriz. Aslında kendileri için bir şey ifade etmeyen bir nesneyi;
kendileri için önem taşıyan duygular ile birleştirerek insanların satın
almalarını sağlamak Guthrie tarafından açıklanan bitişiklik kuramından “zıt tepki koşullanması” kavramına örnek gösterilebilir. Aslında her ne kadar zıt
tepki koşullanmasını genelde “davranış kazandırma” örneklerinde görmüş olsak ve
kafamızda olumlu sonuçlar ile canlansa da insanları manipüle etmek için de son
derece etkili bir yol olduğunu söyleyebiliriz. Zıt tepki koşullanması
dediğimizde akla gelen örnekler “ıspanak yemeği sevmeyen bir çocuğun sevdiği
tabak ve çatal takımı ile servis edildiğinde ıspanak yemeye ılımlı yaklaşması”
gibi örnekler olsa da bu davranışın altında yatan temel felsefe birçok alana
uyarlanabilir. Aslında zıt tepki koşullanmasında bir insan için önemli olan,
hassas olduğu ya da değer verdiği bir noktanın ağırlığını kullanmak şeklinde
bir yol seçildiğini görebiliriz.
Her konuda, aşırıya kaçmadan makul seçimler yapmak hayatımızda
büyük önem taşımaktadır. Ancak, 1920’li yıllarda bile basın yoluyla kolaylıkla
yürütülebilen algı operasyonlarının günümüzde çok daha kolay ve etkili bir
şekilde yürütüldüğü ve yürütülmeye devam edileceğini düşünmek yanlış
olmayacaktır. Özellikle bir bilgi ya da habere ulaşmak için hiçbir çaba
harcamadığımız, iyi kötü her türlü bilginin avcumuzun içine “tık” diye düştüğü bir
dönemde böyle algı operasyonlarının kurbanları olmadığımızı nasıl bileceğiz?
Aslında bu sorunun söylemde çok basit olsa da uygulanması ve çevremizde
görülmesi çok da zor bir cevabı var: Bilinçli birey yetiştirmek.
1900lü yılların başlarında algı operasyonlarının yaygın olarak
uygulandığının görüldüğü Amerika’ya baktığımızda aslında 100 yıl geçse de
birçok şeyin aynı kaldığını görmekteyiz. Georg Wilhelm Friedrich Hegel “Tarih
bize insanların ondan hiçbir şey öğrenmediğini gösterir” demiştir. Çevremizde gördüğümüz
ya da bizzat yaşadığımız basit örneklerde bile bu sözün ne kadar anlamlı
olduğunu görmekteyiz. İnsanların bir şeyi arzulaması için ufacık duygusal bir
durumun bile ne kadar etkili olduğu gerçeği günümüzde de etkisini sürdürmektedir.
İnsanların, özellikle genç insanların hissetmek istediklerini hissedebilmek
adına aslında hiç de ihtiyaçları olmayan ya da kendileri için bir şey ifade
etmeyen aktivitelere kolayca yönelebildiklerini hala görmekteyiz. Üniversite
planları sorulan bir gencin “3bin lira almak için mi okuyacağım?” şeklinde
cevap vermesi ve buna benzer birçok örnek aslında tüketim konusunda manipüle
edildiğimizin ve 100 yılda hiçbir şeyin değişmediğinin bir kanıtı olabilir.
Aslında sadece zaman geçti diye bir şeylerin değişmesini beklemek de doğru
olmayacaktır çünkü insan aynı insan olmaya devam edecektir. Değişime yol açacak
yegâne güç eğitim olacaktır. Özellikle kimlik bunalımı yaşanan ve aykırı
düşüncelere ya da anlık heveslere meyilli olunan çağda yani lise çağında olan
gençlerin doğru yönlendirilmesi bu bağlamda önem taşımaktadır. Günümüzde 14-18
yaş aralığında gençlerin ulaşamayacağı bir sosyal medya ağı, bilgi ya da bir
haber gerçekten yok denilebilir. Bir yandan her türlü gelişime olanak sağlayan
çağımız bir yandan her türlü yanlışa, manipülasyonlara ve algı operasyonlarına
kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Olumlu olumsuz, doğru yanlış her şeye
ulaşımın bu kadar kolay olduğu çağımızda neden en kritik çağın lise çağındaki
gençler olduğuna açıklık getirmek gerekirse; aileye ve çevreye karşı ilkokul ve
ortaokul çağındaki çocuk ve ergenlerden çok daha özerk olmaları ve bilişsel
gelişim süreçlerini büyük oranda tamamlamış olmalarının getirdiği bir duruş
sergilemeleridir. Aynı zamanda ilkokul ve ortaokul çağındaki çocuk ve ergenlerden
daha özerk olmalarına rağmen, 18 yaş üstü ve genç yetişkin sayabileceğimiz
gruba kıyasla da duygusal anlamda manipülasyonlara daha açık olunan bir çağ
olması da bu yaş grubunu açık hedef haline getirebilir. Söz konusu yaş grubuna
hitap eden ebeveyn, öğretmen ya da mentor olarak gençlerin algılarıyla
oynanmasını engellemenin çözümü elbette yasaklamak ya da eğilimde bulundukları
aktiviteyi kötülemek olmamalıdır. Bunun yerine, kendilerinin iyi kötü ayrımına
varabilmeleri, manipüle edildiklerini ya da algılarıyla oynandığını
hissettikleri durumları idrak edebilmeleri için üst düzey bilişsel beceriler
kazandırmalı ve onları anlayarak yol gösterici bir rol oynamaya çalışmak
gerekmektedir.
Bilgi ve reklam kirliliğinin kontrol dışı olduğu bu çağda gençlerin
hangi mecralarda neler gördüklerinin bilincinde olmalıyız. Onlardan bir adım
önde olmalı ve onları anladığımızı hissettirmeliyiz. Örneğin sınıfta bir YouTube
kanalından bahseden öğrenci öğretmeninden hiç bilmediği asla ilgilenmediği gibi
tepkiler alması sonucunda öğretmenin haklı olabileceği durumlarda bile
ikazlarını dikkate almayacaktır. Hali hazırda duyguları kullanılarak
koşullandığı durum karşısında daha güçlü bir tavır gerekli olacaktır. Kısacası;
eğiticiler olarak, lise çağı gençlerinin neyin içinde olduğunu, nelerden
hoşlandığını ve hangi duyguları beslediğini anlamalı; onları “zıt tepki ile
koşullayan” unsurların bilincinde olmalı; onlara karar mekanizması
geliştirmeleri için, bilimsel düşünme analitik düşünme ve problem çözme
becerilerini geliştirmeleri için yardımcı olmalıyız.
Yorumlar
Hiç yorum yazılmamış, ilk yorumu yazan siz olun!